HALK İÇİN PSİKOTERAPİ DERNEĞİ'NDEN KAMUOYUNA DUYURU

HALK İÇİN PSİKOTERAPİ DERNEĞİ'NDEN KAMUOYUNA DUYURU: RUH SAĞLIĞINDA TIBBİ HEGEMONYAYA VE YENİ YÖNETMELİĞE İTİRAZIMIZDIR


Bu bildiride Halk İçin Psikoterapi Derneği olarak, ruh sağlığı alanında hep varolan fakat yeni yönetmelik değişiklikleri ile açıkça ifade edilen belli eğilimleri ve bunlara bağlı sorunları ifade etmek isteriz. Öncelikle yönetmelikteki bu değişikliklerin temsil ettiği anlayışın, ruh sağlığı alanının olmazsa olmaz iki temel belirleyeninin; bilimsellik ve toplum yararı ilkelerinin istismarını görünür hale getirdiğini düşünüyoruz. Ruh sağlığı alanının ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nca planlanmasında iki egemen paradigma; organikçi psikiyatri ve bilişsel davranışçılık başat yer almaktadır.

Bu paradigmaların kendilerini bilimsellik ile özdeşleştirip diğer ruhsallık bilgilerini bilim dışı kabul edişleri elbette yeni değil. Eğitim hastaneleri ve birçok üniversitedeki ana bilim dalında her yeni ruh sağlığı kuşağına bu ideolojik propagandanın yapıldığının kendi eğitim süreçlerimizden de tanığıyız. Bizzat bu sav, bilimsel bir iddia olmaktan çok bu alandaki mevcut tıbbi hegemonyanın korunması için işleyen meslek ideolojisine dair boş-inançtır. Ruh sağlığı alanında politika üretenlerin, yönetmelikleri düzenleyenlerin, toplum ruh sağlığı için ileriye dönük uygulamaları planlayanların büyük çoğunluğunun tıp hekimi olması bu boş - inancı bilim dışı güdülerle pekiştirmektedir.

Ruh sağlığı alanında tıbbileştirmenin geldiği seviye başlı başına bir sorundur, insanı makine gibi görür. Bilişsel davranışçılık Amerikancı problem-çözmeciliğe dayanır ve aynı mekanikçilikle iş görür; telkin, ödev ve açıklama yöntemleriyle ruh sağlığında paternalist bir anlayışın katı bir örneğidir. Başlangıç için temel ilke şudur: “Önce zarar verme!..”

Biz günümüzde her iki uygulama biçiminin ruh sağlığındaki baskınlığının bırakalım toplumsal yarar sağlamayı, toplum ruh sağlığı için zararlar yaratacak düzeyde riskler taşıdığını düşünüyoruz. Yalnız ülkemizde değil tüm dünyada geçerli hale gelmiş ve Amerikancı dünya görüşü ile biçimlenmiş yapay tanı sınıflandırması olan DSM sistemine dayanan tek-tip insan anlayışının ve tedavi önerilerinin bir halk sağlığı sorunu haline geldiğini görüyoruz. Ayrıca Sağlık Bakanlığı üzerinde etkili olan ve çoğu bilişsel davranışçı, organikçi psikiyatristlerden oluşan kadroların bu ülkenin üniversitelerinde yetişmiş başka meslek grupları üzerinde bu nüfuz alanlarını kullanarak sözde bilimsel bir eğitim dayatmasıyla tahakküm kurma çabalarını ahlaki ve sistemsel olarak sorunlu buluyoruz. Türkiye’de terapi konusundaki niteliksizlik yaşam koçluğu, kişisel gelişim benzeri uygulamaların yaygınlığı bu iki alanın kolaycılığı ve mekanikçiliğiyle uyumludur. Aynı ideolojiden, her şeyin sorumluluğunu bireye yükleyen neoliberal dünya görüşünden beslenirler.

Tekrar belirtelim; Bizde ve dünyanın büyük bölümünde ruh sağlığı alanında öncelikli mesele tıbbileştirme ve buna bağlı aşırı antidepresan, antipsikotik kullanımıdır. Gelinen aşamada sadece bireyler değil toplumların kendi sorunlarıyla gerçekçi bağ kurmasını engelleyen bir ilaç tüketimi söz konusudur. Terapistlerin bir psikiyatrist veya klinisyen gözetiminde mesleklerini icra etme zorunluluğu bu ilaç tüketiminin artışı ile sonuçlanacaktır. Bilişsel-davranışçılık da içerdiği ‘buyruklarla’ temel olarak ruh sağlığı alanının tıbbileştirilmesinin ve ilaç tüketiminin garantörüdür. Bilimsellik kisvesi içeren bu döngünün ise gerçek kazananı ilaç şirketleridir. Sanki bu sahnede hiç yoklarmış gibi davranarak asıl belirleyici olma konumlarını korurlar. Kısaca; Kimin terapist niteliğini taşıdığını belirlemeyi ve uygulamayı bir yasaya bağlama çabasını değerli buluyoruz. Mesleklerin topluma karşı sorumluluklarını düzenleyen yasalar elbette gereklidir.

Fakat mevcut yönetmeliğin içerdiği önerileri bu sorunla uzaktan yakından ilgili bulmuyoruz. Yeni yönetmelik değişikliği, tüm Türkiye’yi başında psikiyatristlerin ya da onların yetiştirdiği klinikçilerin yer aldığı bir klinik olarak tasarlıyor.

Konu terapi yapmak ise, lisans bitirmiş her psikolog, uzmanlık eğitimini tamamlamış her psikiyatrist kadar, ancak o kadar yeterlidir ve yetersizdir. Bu tıbbi hiyerarşi önerisi bilimsel değildir ve bir grup uzmanın keyfiliğini temsil eder, kurumsal bir dayatmadır. Terapinin niteliğini artırma iddiası kısa sürede terapinin ruh sağlığı kurumlarında alan kaybına yol açacaktır. Yoksulların ruhsal zorlanmaları için ilaç kullandıkları, terapinin ise varsılların ulaşabildiği bir hizmete dönüştüğü bir dönemde bu adaletsizlik bir ruh sağlığı hizmet biçimi olarak yerleşecektir.

Halk İçin Psikoterapi Derneği olarak şu önerileri getirmek isteriz;

Psikoloji alanının meslek yasası ve sınırları sadece Sağlık Bakanlığı değil alanla ilgili tüm kurumların katılımıyla, toplumun ihtiyaçları belirlenerek çıkartılmalıdır.

Diploma bir yetkinlik belgesidir. Yeterli kabul edilmeli fakat kişilere yetki verildiğinde bilimsel ve etik denetimi düzenli biçimde gerçekleştirilmelidir.

Üniversitelerin psikoloji bölümlerinde psikiyatrist öğretim üyesi sayısı hakimiyeti ayrı bir sorundur. Tıp alanında uzmanlık edinmek akademik yeterlilik ve psikoterapist olma yeterliliği anlamına gelmez.

Eğitim kurumlarından uygulama alanlarına değin her alanda psikiyatristlerin hakimiyeti ruh sağlığı alanında psikologların emeğinin sömürülmesine yol açmaktadır. Bunun ne bilimsel ne de toplum yararına dair bir izahı vardır. Bu alanlarla ilgili hak edişler adil biçimde belirlenmelidir.

Halk İçin Psikoterapi Derneği olarak toplum ruh sağlığı için yeni sorunlar yaratacak mevcut yönetmelik değişiklikleri ile ilgili görüşlerimizi ülkemiz kamuoyuna saygıyla duyuruyor; ruh sağlığı emekçilerinin hakları ve meslek onurları için dayanışma içerisinde olmayı önemli buluyoruz.